KUBBE

Yarım küre biçiminde mimari örtü ögesi. Çok eski dönemlerden beri bilinir ve kullanılır. Bununla birlikte erken örneklerini gerçek birer kubbe olarak nitelemek yanlış olur. Bunlara yalancı kubbe ya da bindirme kubbe denir.Temel özellikleri, kubbeyi oluşturan taşların yatay yerleştirilmiş oluşu ve kubbe biçiminin her biri diğeri üzerinde biraz daha ileri doğru çıkarak yaratılışıdır. Oysa, gerçek kubbede taş yada tuğlalar yatay konumda değil, kesitte birleşme derzlerinin uzantıları kubbe merkezine doğru yönlenecek konumda örülürler. İlk gerçek kubbeler miladın orta yıllarında İran'da ve Roma İmparatorluğu'nda inşa edilmiştir. Romalılar kubbe yapım tekniklerini geliştirmiş, beton döküm yöntemiyle de kubbe yapmışlardır. Örneğin, Roma'da Pantheon 40m. yi aşan açıklığıyla Roma kontrüksiyon başarılarının doruğunu oluşturur. Roma kubbeleri tüm gelişkinliklerine karşın, genellikle dairesel planlı yapıları örtmek için kullanılmış, dik açılı köşeler oluşturan bir yapıda hiç uygulanmamıştır. Böyle bir kullanım biçimi, alttaki kare olanlı yapının dairesel kubbeyi taşıyabilmesi için bazı geçiş ögelerinin inşasını gerektirir. Bu geçiş ögelerinden ilki Tromp, yaklaşık olaran 1. yy'da İran'da geliştirilmiştir. Daha sonra Bizanslılar pandantifi, Tükler ise Türk üçgenini bulmuşlardır. Geçi ögelerinin icadından sonra kubbenin tarihi onun diğer konstrüktif ögelerle eklemlendirme denemeleri ile doludur. Daha 6. yy'da Ayasofya kubbenin olanaklarını en ilginç biçimde dener. Bunda pandantiflerce taşınan taşınan kubbe iki yarım kubbeyle eklemlendirilip bazilikal bir planı örtmek amacıyla kullanılır. Daha ileriki yy'da bu deneme Bizans mimarlarınca bir daha yinelenmeyecektir. İslamlık sonrasında İran, Ayasofya çapında olmasa da kubbeyi en önemli örtü ögelerinden biri sayacaktır. Özellikle Büyük Selçuklularla birlikte (11.-12. yy) camilerde kubbe mihrabı vurgulayan bir öge olarak ağırlıklı biçimde ele alınır. Bu dönemde İran ve Orta Asya mimarları kaburgalı, çift çeperli kubbeler de yaparlar. Tüm önemine karşılık, İran mimarlığı kubbenin konstrüktif-strüktürel olanakalarını sorgulamaz. Kubbe kullanımın strüktürel bir sorun olarak çözümleme çabalarının, ancak Osmanlı mimarlığında bir sonuca ulaştığı söylenebilir. Ayasofya'nın kaldığı yerden başlayan Osmanlılar, önce iki yarım kubbeyi yetkinleştirmeyi, ardından da üç ve dört yarım kubbeli örtü düzenleri yaratmayı denerler. Şehzade ve Sultanahmet camilerindeki dört yaru-ım kubbeli şema, Ayasofya'da başlayan gelişmenin mantıksal sonucuna ulaştırılmasını başarır. Edirne'deki Selimiye camisi ise, kubbeyi Endüstri öncesi çağ'da ulaşabileceği doruğuna kavuşturur.

Romanesk ve Gotik mimarlıklarda kubbe hemen hemen hiç kullanılmamıştır. Avrupa mimarlığında kubbeyi yeniden gündeme getiren Rönesans olur. Bununla birlikte Rönesans ve sonraki Barok dönemde kubbe bir strüktürel öge olmaktan çok, bir simge gibi değerlendirilmiş, dolayısıyla da, teknik ve strüktürel başarılar ortaya konamamıştır. Endüstri çağında kubbe artık en önemli örtü ögesi olma niteliğini yitirmiştir. 19. yy'ın ortalarından bu yana çelik strüktürlü kubbeler yapılmış ve 20. yy'da da Geodezik kubbe icat edilmişse de, kubbe günümüzün strüktürleri arasında ikinci derecede bir yer tutar.

BLOGUMA DESTEK OLMAK İÇİN REKLAMLARI ZİYARET EDERSENİZ SEVİNİRİM) 
(I WOULD APPRECIATE IT IF YOU VISIT THE ADS TO SUPPORT)

Yorumlar